31 Temmuz 2009 Cuma

Hyena Tv 2

''Sonic Youth''un en sevdiğim şerkılarından biri olmakla yetinmeyen ''Dirty Boots'' aynı zamanda izlemesi pek hoş bir klibe de sahip ama lanet ''Youtube''da yok.

30 Temmuz 2009 Perşembe

Hyena Tv

Perşembe oldu ''Billy Talent'' nerede diye düşüneniz varsa diye koyuyorum bu videoyu. Aslında ''La Roux''un ''Bulletproof''ınu koyacaktım ama işkence etmek istemedim size. Ağzı yüzü şekli şemali değişiyor kadının her 'Bulletproof' da vallaha yazık o saçlara. Neyse zamanımı ''Led Zeppelin''ler ''Queen''ler dinleyerek geçirdiğimden bu aralar bir Stairway to Heaven veya Under Pressure'la karşılaşabilirsiniz benden söylemesi. Bu videoyu pek izlemek gelmiyor aslında içimden ama uğraşılmış işte. The Used'ın daha dün prömiyeri yapılan ''Blood on My Hands''ini de ekliyim bugün. Evet.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Si Scott ve eşsiz stili


Bir gün yazı yazmasam da o günü internette o blog senin bu site benim şeklinde geçiriyorum sevgili okur milleti. Siz yorum yapmasanız da olsun baksanız yeter. Şimdi bu elimdeki adamın tekniği daha önce eşi benzerini görmediğim bir şey hemen paylaşalım sabaha kadar 1 bonus bile gelebilir. Si Scott'a dönecek olursak kendisi İngiltere Leeds'deki(bu aralar çok karşıma çıkıyor, gitmek lazım Leeds'e) okulunda mutlu mesut yaşarken 16 yaşında okulu bırakıp 'Leeds College Of Art & Design'a girer. Sonrasında ise grafik tasarımcı olarak 2-3 sene küçük şirketlerde çalışır. Bu arada kendi çalışmalarına da devam etmeyi ihmal etmez tabii. Garip stilinin ilham kaynağı olarak da müziği gösteriyor Scott. Sözlerin önemini vurgularcasına yaptığı 'Love Will Tear Us Apart'ı ekliyorum hemen. Si Scott'ın tekniğine bir kere gözünüz alıştığı takdirde bir Si Scott eserini tanımamanız olanaksız. Alın size 'Si Scott Dünyası'ndan fırlamış hayvanlar. Sırtlan istiyoruz Si Bey!
Unutmadan 'Love Will Tear Us Apart' post-punkın babalarından 'Joy Division'a ait.

Kustaa Saksi



Bugünü dünün acısını çıkarırcasına uzun zamandır yer ver(e)mediğim sanatçılara, illustratörlere ayıracağım...
Sunshine Believers Sunar.... Kustaa Saksi

Bu adamla tanışmam pek öncelere dayanmasa da en sevdiğim sanatçılardan biri kendileri. Benimle aynı şekilde düşünen bir-iki ünlü müşterisi de olsa gerek ki kendilerinin bir tişörtünü veya bir reklamını görmek pek zor değil. Ünlü müşterilerinden örnek verecek olursam Levi's, MTV, Mercedes-Benz, Playboy, Elle, Le Figaro en fazla bilinenlerden. Kendilerinin tasarımlarını karmaşadan doğan düzen olarak tanımlayabilirim sanırsam. Son derece karmaşık ve ayrıntılı şeylerin daha büyük bir şeyi belli bir düzende oluşturuyorlar. Bir İskandinav olarak genetik yaratıcılığını sonuna kadar kullanan bir adam Kustaa mesela yandaki resmi bir İngiliz asilzadenin(asker falan da olabilir) resminden esinlenerek yapmış. Orijinal haliyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bu çalışma yine de son derece güzel. Kustaa, Finli olması nedeniyle de ''Finlandiya'nın Doğal Güzellikleri''nden esinlendiğini gizlemiyor. Tüm Finliler gibi yaşadığı yeri eserlerine aktarıyor. Çok konuştum alın size kendi eserleriyle Kustaa Saksi.


27 Temmuz 2009 Pazartesi

Bazıları Kıllı ve Kocaman Sever (Bkz: Hyena Loves Mastodon)

O nasıl başlık bende bilmiyorum pek bir homo-erotik içerikli yazmam beklenebilir bu başlığın altına ama benim derdim 'Mastodon' sonuçta mamut da kıllı ve kocaman. İsme takılmadan devam edelim... pek metal müzik seven bir insan değilim açıkcası bi iki tür dışında metal de dinlemem zaten. 'The New Wave of American Heavy Metal'(The new Wave of Heavy Metallere zaafım var. Evet.) olarak sınıflandırılıyorlarmış ama esas olay müzikte ki böyle olmasa Grammy'e aday olamazlardı değil mi? Neyse bu grup 4 albüm yayınlamış, son albümleri 'Crack the Skye'la da hepten almış yürümüş. Grubun ilginç yanlarından biri ise grubun basçısının, davulcusunun ve solo gitaristinin vokalleriyle şarkıları süslemesi. Video da ise Crack the Skye'dan çıkan 2. single'ı 'Oblivion'. İzleyin merak ederseniz durmayın gidin dinleyin bu manyak herifleri pişman olmazsınız. Hem bir kaç sene sonra çok ünlü olduklarında havanızı da atarsınız. Demedi demeyin. Bu gecelikte benden bu kadar...

26 Temmuz 2009 Pazar

Green Day - 21 Guns

Green Day'ın yeni albümünün en yeni videosu. Albüm eleştiriledursun(Haftaya falan albümü iyice dinleyip sizlerle paylaşacağım.) bu klip bana Billy Talent(Billy Talent III en geç çarşamba elinizde videolarıyla falanıyla filanıyla)'ın pek meşhur 'Surrender'ını hatırlatsa da şarkı çok güzel bağımlılık yapması muhtemel. Açıkcası 'Know Your Enemy'den sonra baya bi korkmuştum şarkılarla(ve videolarla) ilgili ama '21 Guns' tüm albümü kurtarabilir.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Bir grubun değişimi:The Horrors (Hyena & Müzik 4)

Efendim bilmem ''The Horrors'' adı altında toplanmış İngiliz geçleri bilir misiniz? Bilmeseniz de pek sorun değil zaten 2 albüm arası uçurum dediğimiz şeyi bize yaşatan bu grubun ilk zamanlarından başlayarak anlatayım azar azar. Şimdi bu çocukcağızlarımız pek bir ''Goth'' görünüme sahipler ki bunun müziklerine yansımaması düşünülemezdi bile. Sıradan goth grupları daha metalik takılırlarken ''The Horrors'' pek bi insanı gaza getiren ''Garaj Punk''a yönelirler. Goth ve Garaj-Punk'ı bol Synthli ''Korku Filmi'' müzikleriyle ve onlara yaraşır şekilde insanı rahatsız eden video klipleriyle(bkz: She's the New Thing indirebilsem koyacaktım belki daha sonra) ünleri yavaş yavaş yayılır. Konserlerine gelenelere ''Nasıl streç kot dikilir?'' tarzı minik kartlar dağıttıkları kısa ama vahşi konserleriyle hayran kitlesini yaratır. Şarkılar vokalist Faris Badwan'ın alışkanlıklarından besleniyor. Örneğin, 'Gloves' Faris'in kayıp eldivenleri toplama takıntısından doğmuş bir şarkı. 'Count in Fives' ise adı üzerinde 5'erli şekilde toplama alışkanlığından.
Yan tarafta ''She is the New Thing''in canlı versiyonu koyup siz onu izlerken ben ''The Horrors''un ikinci bölümüne dolayısıyla da ilk albüm 'Strange House'u geride bırakıp 2. albümü olan 'Primary Colours'a geçeyim.
Açıkcası ben belki biraz daha sert olur diye beklediğim Primary Colours'un ilk single'ı 'Who Can Say'ı dinlediğimde sesi Faris'e benzeyen birinin bunu yayımladığını sandım. Sitelerine girip videoyuda izleyince karşımdaki grubun artık o eski 'GarajPunk-Goth' grubu olmadığını daha ziyade 'Post-Punk Goth'' tınıları içeren ve bunu mükemmel bir şekilde başaran bir gruba dönüştüğünü farkettim. 'Who Can Say' ve 'Sea Within a Sea'nin kliplerinde eski 'The Horrors'dan eser yoktu. Canlı performanslarda ise grubun 'post-punk'a uygun olarak daha az hareketli olduğunu gördüm. Aşağıda(sağda solda da olabilir gayet) 'Sea Within a Sea' ve 'Who Can Say'in kliplerinden görüntüler var. Videolara ulaşır ulaşmaz ekleyeceğim..

24 Temmuz 2009 Cuma

Pek Sevgili Okuyucularımız

Sevgili okuyucular,

Biliyoruz oradasınız daha dün kaç kişisiniz hesaplayabilelim diye bir sayaç yerleştirdim aşağıya(gören görmüştür) şimdiden 60'ı bulmuş görüntülenme sayımız. Hayır 1 haftadır(belki 2) uğrayan insanlar var aranızda ama kendimiz yazıp kendimiz yorumluyoruz. Ne düşündüğünüzü bilirsem Lynx'i açıklayacağım valla. Sizin sayenizde Madi Clara'yı geçicez kısmetse. Bakın yeni yazar alımlarımız falan oldu Blog Blogluktan çıktı. Kimliğinizi belli etmek istemezsiniz diye kayıt yaptırmanıza da gerek görmedik hem...

Uzun lafın kısası, ''Sizde iyi bir okuyucu olup yorumlarınızla bizi etkilerseniz, belki bir gün sizde bir SUNSHINE BELIEVER olabilirsiniz.
Ordasınız biliyorum.

Her türlü şebeklikten sorumlu SB,Hyena

Hacılar Türkü Fest , Alesana @ Türkü Bar


Merhaba sevgi pıtırcıkları, ilk yazımı sizlere sunuyorum. Konu olarak etiketi pek bi belirsiz olan alesana yı ele almak istedim. Maksat eğlenmek(eğlendirmek).


Kuzey Carolina çıkışlı bu dandiye grup Fearless Records tarafından besleniyor(Allah razı olsun sizlerden). Warped Tour sayesinde Amarika eyaletlerini dolaşıp kendilerini emo band olarak tanıtayorlar. Müzik türleri hala belirlenememiş olup zamanında screamo/emo ve punk etiketleriyle kendilerini bir güzel etiketlemişler ve birçok gencin beynini bu şekilde peynir-ekmek gibi yemişlerdir. Sevgili arkadaşım Hyena ve bana kalırsa bu arkadaşları 'türkücü' olarak nitelendirmek daha doğru. Neden mi? Mayspeys(myspace) sayfalarında da gördüğümüz üzere Justin Timberlake in 'What goes around, comes around' parçası bu türkücüler tarafından coverlanmış(çokta ivvenç olmuş ellerinizden öperim).

ps.Çıkan bazı dedikodulara göre Çankaya köşkünü ziyaret edip türkü ziyafeti vereceklermiş. Dinlemeye lüzum görmüyorum. Aşık Veysel bizlere yeter...

23 Temmuz 2009 Perşembe

The Sound of Animals Fighting

Ansiklopedik bilgi yakında... Çok yakında...

Dasepo Naughty Girls


Sevgili Uzak Doğu ve Çekik uzmanı saygıdeğer ''Koi''nin gecenin bi körü ''Sana dizi linki atıyım mı?'' sorusuna o saatte eğlencelik bişiyler arayan Hyena'nın bu isteğine karşılık olarak çıkan ''Dasepo Naughty Girls'', bence bir gençlik filmi(internet üzerinden yayınlanan bir çizgi romandan uyarlanma) adına vasatın bile diyemeyeceğim bi seviyedeyken ''Host(Yaratık)'' gibi filmler üreten bir sinemadan daGüney Kore Sineması) beklenmeyecek kadar dandik bi film. Konu desen yok, oyunculuk desen yok, filmin sahip olduğu tek şey karakterlerinin farklılığı. Farklılıktan kastım da çift cinsiyetli bir kız, onun tek gözlü erkek kardeşi(radyasyon bu aileyi feci etkilemiş), fakir bi kız(ki sırtında fakirliğini sembolize eden bi bebek taşıyor), İsviçreli bir aile tarafından evlatlık edinen esas oğlan(Güney Kore - İsviçre?), babasıyla chatte kız olarak yazışan başka bi oğlan(babası da kız olarak tanıtıyodu kendini)ve (hiç beklenmeyecek! bir şekilde mazoşist öğretmen). Konuda birbirinden bağlantısız(kimse senaryo yazmaya ihtiyaç duymamış anlaşılan. Yaşasın Copy-Paste teknolojik olmak ayrı olay.) hikayeciklerden oluşan gereksiz zaman kaybı. Hani bi filme sadece boş zamanınız varsa izleyin denir ya, bu filmi boş zamanınız olsa bile izlemeyin duvarı izleyin, ne biliyim sıvadaki çatlaklara falan bakın, halıdaki desenleri inceleyin. Umarım açıklayıcı olmuştur. İZLEMEYİN. Ama(SPOILER) eğer ben 200kişinin yanyana dizilip masturbasyon yaparmış gibi debelendikleri hallerini, yok efendim bi kızın erkeklerin arasından geçip pisvuara işeyişinin yarattığı şaşkınlığı, msnden babasının oğluna toğuğunun dilinin resimlerini göndermesini izlemek istiyorsanız ben sizi alıkoymayım.
Imdb notu:6.1
bendeki notu:**

21 Temmuz 2009 Salı

Lynx Vs. Hyena

Sevgili Lynx'imle bu sabah aramızda geçen bi dialoğumsu.(Aktarıyım dedim.Taslak taslak nereye kadar.) Bendeniz sabahın saat 4'ünde babasına yakalandığı için odasının en muhteşem göründüğü saatini(bi süre sonra tüm dünya görecek.) kaçırdığı için hayıflanmakta yetmezmiş gibi uykusuzluktan ölmektedir(günde maksimum 5 saat uyuyabiliyorum. Mazoşistim evet.). Lynx'in çenesi sadece uykuda durduğundan, sabah sabah çenesi bi düşmüştür ki sormayın(Masal saati de düzenliycem size. HYENA'DAN MASALLAR. güzel oldu be.) ballandıra ballandıra dün akşam ne kadar çok şey yediğini anlatmaktadır(Ekmekarası Hayvar-Peynir yemişliği vardır Şalgam suyuyla.) sonlara doğru yine kendini kaybederek konudan sapar ve ''Çok yorgun gözüküyodu ama mutfağa gittiğinde çikolatamı bırakıp, kendime Hellim kızarttırdım.ehiehi işte sonra biraz konudan saptım ama...'' der ve bunu duyan Hyena(kendimden blog adımla bahsettiğim için utanıyorum.) ''Hala konudan sapıyosun!'' der uykusuna devam eder.
Heryerde uyurum, hiç acımam, para ödediğim yerler hariç oralarda en fazla gözlerimi dinlendiririm. Çaylı pamuk kullanın gözleriniz yorulmasın. Kaçtım.

The Sound of Animals Fighting (Hyena + Müzik Topluluğu = 3)

死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*http://www.youtube.com/watch?v=6EMzoAqyXg0&NR=1
*bu grup genç gruplar arasındaki en iyi grup diilse kimse değildir
      яεчнαn       :
*adı da mütiş:D
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*canlılarını atıyım mı?
      яεчнαn       :
*olar
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*nerden bulmuşlar ki bu görselleri
*ve grup metalik duygularını ortaya çıkarır
*3:40 dan sonra
      яεчнαn       :
*evet coştular :D
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*tipik bi özellikleri
*hocama dinletiyodum ee demeye kalktı sonra aa black metal oldu bu aa bak yine değişti aynı şarkı mı bu sorularını arka arkaya yöneltti
*sonra bunların insan olmadığına olsalarda pek akıl sahibi olmadığına kanaat getirdi
      яεчнαn       :
*ne güzel hocan vae yea ühü
*var*
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*http://www.youtube.com/watch?v=I7dl1EJ5XmE
*gitaristlerden biri tek eliyle gitarı çalıp diğer eliyle klavye ye hakim olabiliyo
      яεчнαn       :
*yuh
*:a
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*napsın
*yetenek
      яεчнαn       :
*yazık tabi harcamasn boşa
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*türkiyeye gelse kimse gitmez bunlara bi de
      яεчнαn       :
*ben giderim sayende ç.
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*bide bunların garip garip şarkıları var
*bantu dillerinde fln
*http://www.youtube.com/watch?v=hdtCIwddf7Q&feature=related
*arka tarafta görülen tüm resimler konser başladığında 2 ressam tarafından doğaçlama olarak yapılıyo
*sadece müziği duyup ona göre çiziyolar
*5. dakikada ki kısma bitiyorum
      яεчнαn       :
*yuh
*ne bu artislik ya
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*ve bu grubun o kadar küçük bi kitlesi var ki
      яεчнαn       :
*tanınmadklarından mı?
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*bilmiyorum ama bunların bu konserlerini büyük yerlerde yapmaları zaten zor olur
*vidyonun sonunu gördün mü
      яεчнαn       :
*daha gelmedm
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*bi konser ancak bu kadar güzel bitebilir
      яεчнαn       :
*heycanla bekliyorum:D
*vaov
*adamlar yaratıcı ya!
*aşmışlar
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*sen nerden gittinde buldun onu HAYVAN HERİF
      яεчнαn       :
*zamanla olan bişi + spontane gelişen olaylar
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*araştırmacı ruh
      яεчнαn       :
*ahaha
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*ama nasıl güzel sondur o
      яεчнαn       :
*tam da şimdi gördm
*urfa beşeri hoyratı:D
死神/The Pains of Being Pure at Heart/Do I Look Like I Care?:
*hahaha
Ansiklopedik bilgi değeri taşımasada yine de iyi bi kaynak bence.
Ansiklopedik versiyonu yakında...

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Sıkıntılı Yaz Akşamlarının Boğucu Oyunları

Bu yazıyı yazmaya bitmek tükenmek bilmeyen 'Monopoly' gecelerinden birinin sonunda karar verdim. Ailecek sıkıldığımız şu günlerde toyikiymiş toyzz shopmuş her türlü oyuncakçıyı gezip, bizi yaz akşamlarının buhranından koruyacak meşgaleler arıyoruz. UNO baya bi gecemizi kurtardı aslında. Oyunun kurallarını her kime anlatırsam anlatayım 'E bu bildiğimiz pisyedili!' tepkisini aldığımdan oyundan bahsedesim pek yok zaten siz de biliyosunuzdur. Dikkat etmeniz gereken tek unsur bu oyun ailevi ilişkileri bozuyor, kardeşi kardeşe, dostu dosta, goldfish'i jellyfish'e düşürüyor. 'Hahahah çek bakiyim 4 kart ortayı da kırmızı yaptım! ' diyen, neyse hadi bu 4 kartı da bu tavrıda sineye çektim dediğiniz anda ' Ahanda bu el oynama! ' diyen kuzeni ablayı arkadaşı gördüğünüz zaman hayatınızı ve ilişkilerinizi sorgulamaya başlıyosunuz. Derken hırs bürüyo içiniz ve 'yeter bea tur döndürüyorum' diyip canice bir zevk alarak çektiğiniz her bir kartı misli misli karşı tarafa yedirtiyosunuz. İşte oyunun özü bu. Bir de anımı anlatmak isterim. Goldfish'le UNO oynarken ona oyunu anlatma bahanesiyle elinde yelpaze olup onu o sıcak yaz öğleninde serinletçek kadar kart çektirdikten sonra ( abartıyo da olabilirm :) ) Goldfish'e bişeyler oldu ve 'Hadi bu oyundan bi hayat dersi çıkarmaya çalışalım' dedi. Balık burcu kadını olan goldfish'in bir kart oyunundan bu kadar yüksek beklentilerinin olması beni oldukça şaşırtmıştır.

Hayatım boyunca oynadığım oyunlarda beni çok şaşırtan ikinci şey ise bu akşam gerçekleşmiştir. Monopolyde ilk defa dürüst bir bankacıyla tanıştım. Ya hiç ilk önce bankacının parasının bittiği bi monopoly oynadınız mı? Her insan parayı tomarla görünce ucundan kıyısından ben de alsam ne fark eder hem bunlar uyuyo nolcak der ve bankayı batırcak kadar yüklü miktarda para çalar. Ama bugünki bankacımız (kendileri kuzenim olur) ne bi yer satın aldı ne kodesten çıkabildi ne de para çaldı! Çok ciddiyim bütün bi oyunu yalnızca kira ödiyerek geçirdi. Yazık günah. El kadarken başlamak lazım bunarı eğitmeye. Eğriye eğri doğruya doğru monopoly son 100 yılın en sıkıcı oyunu. Bi türlü sonu gelmiyo, şans kartı çekiyosun bütün ekonomini çökertiyo, diğer oyuncular kendi piyonlarını yaklaşık bir buçuk saat ilerlettiklerinden dolayı sıkıldıklarından mıdır bilinmez senin piyonunu gezmeye çıkarıp il il, ilçe ilçe, kodes kodes gezdiriyolar. Yetmiyo çeneci ablayı ortam boğuyo cep telefonunu eline alıyo onun sorumluluğunu da üstleniyosun. Ama bu sırada o mülayim bankacı mesajlaşan ve oyunla ilgisi olmayan ablanın mülklerinden birine her gelişinde namuslu bir vatandaş olup bunu fark edip ona parasını bir şekilde ödüyor. Sonra herkesin işi gücü var diyip kaldırıyosunuz oyunu.Bilmem kaç yılın monopoly oyuncusuyum ama bir oyunuda kazananı olup da bitiremedim.

Bir de şans yolu var tabi. Sen git 'Gelin Çiçeği' ni almak yerine yanında köpek hediye ediyolar diye 'Şans Yolu'nu al olcak iş mi? Hayatım boyunca merak ettim o gelin çiçeği nasıl bi şey ah onu alaydım ben. Ama bu 'Şans Yolu' köpeği de pek bi tatlı. Tasması var, çekince yürüyo böyle. Bu oyun biraz daha gerçek hayata benziyo. İster üniversiteyi bitirip hayata atılıyosun istersen de direk işin oluyo. Arabanla Şans Yolu şehrinde dolaşırken başına türlü türlü işler geliyo. Evleniyosun, çocuğun oluyo, sonra bi çocuğun daha oluyo derken bi bakıyosun sana çektirdiği şans kartında 'Yeni sevgili yaptın hadi yine iyisin çakal!' yazıyo. Hayır orda napılması gerekiyo anlamıyorum. Arkaya çocukların yanına bi tane de mavi küçük adam (işte bu sevgilim oluyo) onu mu otutturcam? Evli barklı kadınım ben ya bırakın devam ediyim diyesi geliyo insanın. Tek maaş koca bi aile bütün oyun boyunca ilerliyosun ve sonda mutlu son 'Milyonerler Klubü'ndesin! Yok ya kocam çalışmıyodu, bu kadar çocuğun masrafı, bakım kremlerim, çocuk bezleri derken milyoner mi oldum ben şimdi! İşte böyle yıkanıyo çocukların akılları. Merak ediyorum gelin çiçeğini alsaydım nasıl biri olurdum. Sanırım evlenmek için birini arıyan, gelinlik modasını yakından takip eden ve 7 dilde seni seviyorum demeyi bilen (bkz:goldfish) pespembe bi kız olurdum.

Giderek kumarhaneye dönen evime bir de roulette alıcam dün gördüm toyzzshop'ta evin dekarasyonuyla da pek uyumlu. İşte masum yuvalar böyle yıkılıyo. Bir oyun derken bi başkası öteki beriki derken piyasada paranı çarçur etmek pahasına can sıkıntından kurtulmak için alınmadık oyun bırakmıyosun. İşte ben de bu furyaya katıldım sanırım. Goldfish bana batak öğret!

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Avatar: The Last Airbender

Anime mi çizgi film mi olduğu hala tartışma konusu olan Nickelodeon yapımı diziden bahsetmeyeceğim(belki daha sonra). Benim problemim 6. His'in yönetmeni M. Night Shyamalan'ın yönettiği ''The Last Airbender''. Hikaye dizideki gibi ama sorun oyuncularda, eğer dizinin bir bölümünü izlemiş görmüş olsanız ve bundan film yapmaya kalkışsanız mantıklı olarak gidip uzak doğulu insanlar bulursunuz(ee adamlar çekik.), ama bizim sevili yönetmenimiz gitmiş kimi bulmuş? ''Slumdog Millinoaire''in Dev Patel'ini çekiklik kazandırmak veya Zuko'nun süt beyazı tenine ulaşmak için makyaj bile yapmamışlar. Hem bu çocuk olur mu bu role ya adam sevimli bir kere nasıl olacak? Hayır zeki bu adama Sokka rolünü versen hem sevimlilikten kurtarır, hem renkten. Tüm ateş ulusu (ki süt beyazı hepsi maşallah) Hintli lmak zorunda şimdi...

Bence gelen yorumlara bakıp gidelim veya Tim Burton'un Johnny Deep'li Helena Bohem Carter'lı ''Alice in Wonderland''ını izleriz o cırtlak renklerle bezeli manyak dünyasında saykodelik rüyalar görürüz.

Mark Ryden





Listede bile olmadan gökten zembille inen bu adamla tanışıklığımız seneler öncesine dayanıyor. Küçük ama güzel konulara değinen bir dergide görünce çalışmalarını beynimden vurulmuşa döndümüştüm, o ne güzel ve acıklı bebeklerdi öyle. O mat ama şeker renklerdeki tezatlık zaten tüm resimlerinde bulunuyor. O şeker çocukların karakterlerin ne kadar korkunç olursa olsun göze hoş gözüken eşyalarla, canlılarla harmanlanması bu deliyi, evet kendisine deli demekte bir sakınca görmüyorum çünkü bu resimleri yapanın gece ortaya çıkan bir maymun olduğunu iddia ediyor kendileri,(öyleyse o maymunu istiyorum.) Kendilerini bulmamı sağlayan ''Aziz Barbie''ye teşekkür ederim. Mark Ryden'ın çeşitli kolleksiyonlarından eserleri.
Devam edecek...

TNT ve bilinç kaymaları



Gecenin bu saatinde ki önümüzdeki 30 dakikamı iyi değerlendirmeliyim çünkü ''Supernatural'' tüm enerjimi tüketiyor. 1 haftadır kanepe köşelerinde uyuyup, öğleden sonra sırt ağrısından ölüyorsam bunun nedenide ''TNT'' denilen kanaldır. 1 sene olmuş TNT hayatımıza gireli, Dijitürkümüz Desımartımız olmadığı için bir türlü izleyemediğimiz merak ettiğimiz dizileri olsun, bi türlü bulamadığımız filmleri bize göstermesi olsun bizi salak kanallardan ve beyin hücrelerimizi katleden zeka özürlü ''Baby Tv''den öteye gidemeyen kurgulu yapımlardan kurtarması olsun, bu kanala bir teşekkür etmenin zamanı geldi de geçiyor. Hem dahası da gelecekmiş(anlam kaymaları, anlamsız cümleler olabilir aldırış etmeyin.)

Bu arada saat 1:30 u vurdu ama takmıyorum çünkü TRT1'de ''Dead Like Me''yi veriyorlar. Haftaiçi saat 2'de de Saraydaki Mücevher var. İkiside tavsiye edilir.

17 Temmuz 2009 Cuma

The Elephant Man

Dr. Frederick Treves, Victoria döneminin kasvetli İngilteresinde gezici sirklerin birinde 'Fil Adam' adıyla sergilenen John Merrick'e rastlar. John'un sahibi Bytes onu kaybetmemekte kararlıdır ve onun hastaneye yatırılmasına razı olmaz. Zorluklara rağmen Dr. Frederick Treves Fil adam'ı The Royal London Hastanesine yatırır ve ona güzel bir hayat vermeye çalışır. Zamanla John'un korkunç görünümünün altındaki duyarlı ve insancıl ruha ulaşır. Ancak John'un acı dolu geçmişi onun peşini bırakmamakta ısrarcıdır.


Bir David Lynch filmi olan 'The Elephant Man' , 8 dalda Oscar'a aday olmuştur ancak hiçbirini alamamıştır. (En iyi aktör, En iyi sanat yönetmeni, En iyi kostüm, En iyi yönetmen, En iyi uyarlama, En iyi müzik, En iyi film ve En iyi senaryo) Film, 1980 yapımı olmasına rağmen siyah-beyaz çekimleriyle dikkat çeker. Görüntü yönetmeni Freddie Francis bu durumu şu şekilde açıklar 'Film renkli olduğunda hem dönemini tam olarak yansıtamıyordu hem de Fil Adam yalnızca korkunç bir görüntüye sahipti. Oysa siyah-beyaz çekimler filmi büyüleyici kıldı.'


Fil Adam'ın gerçek adı 'Joseph Merrick'tir. Dr. Treves Joseph'in öyküsünü kitaplaştırdığında gerçek adı yerine 'John' kullanarak ona anonimlik kazandırmak istemiştir. Lynch de filminde 'John'u tercih etmiştir.

Fil Adam'ın hastalığına gelecek olursak; yaşadığı dönemde , Joseph'in annesinin ona hamileyken bir fille karşılaştığı ve filin onu devirdiği bunun sonucu olarak Joseph'in o şekilde doğduğu savunulmaktaydı. Araştırmacılar 1862 yılında yani Joseph'in annesinin hamileliğinin son dönemlerinde Leicester'a gelen bir sirkten kaçan bir fil olduğunu ve hamile bayanın da onunla karşılaşmış olabileceğini söylüyorlar. Ancak bu hastalığın nedeni olarak kabul edilemez. Fil Adam'a konulan teşhislerden birisi de 'Fil Hastalığı'dır. Fil Hastalığı; Afrika'nın tropikal bölgelerinde ve tropikal bölgelerde görülen bir hastalık türü olduğundan bunun da gerçek olması imkansızdır. Joseph Merrick'in kemik ve kas dokularında 2 yaşından beri tümör oluşumu görülmüştür. Bunlar da konjenital deformasyona sebep olmuştur. Joseph'in kız kardeşinin de benzer sorunlardan dolayı öldüğü düşünülürse bu olaydaki genetik sorunların etkisi yadsınamaz. Joseph Merrick'in hastalığının ne olduğu henüz saptanamamıştır ancak bir araştırmacı bu vakaya 'Merrick Hastalığı' denmesini önermiştir. Ayrıca dikkatimi çeken başka bir nokta şudur ki Joseph'in 20 yaş dişleri çıkmamış, içe doğru uzamıştır. Uzayan bu kemiğimsi yapı omuriliğe ulaşmıştır. Bu da Joseph'in çenesini 2-3 mm den daha fazla açamadığının göstergesidir.


Fil Adam rolündeki 'John Hurt'ün maskesinin yapımı toplam 8 ay sürmüştür. Oluşturulan bu maskenin Hurt'ün yüzüne oturtulması ve makyajın tamamlanması ise 12 saat sürmekteymiş. Kimsenin ne olduğunu dahi bulamadığı bu hastalıkları benliğinde yaşatan Joseph Merrick'in iç dünyasında yaşadığı problemler ve ona acıyarak aynı zamanda tiksinerek bakan çevresindeki gözlerin ona hissettirdikleri filmde çok profesyonelce yansıtılmıştır. Taş kalpli insanların bile gözlerini dolduracak, boğazlarını düğümleyecek etkiye sahip olan David Lynch'in bu başyapıtı kesinlikle izlenmeli ve izletilmelidir...

Muse & Amy Winehouse


Evet, hiç tarzım olmayan bi kayıt yazıyorum(bunların başka bi ismi olmalı kayıt ne ya?). İki tane ilginizi çekeceğinizi düşündüğüm haber vereceğim aslında Amy Winehouse'un ki daha ziyade magazinel bişiy. O yüzden Muse'dan başlayalım...
Muse (ki Jellyfish başta olmak üzere baya bi seviliyo ülkemiz sınırlarında) 4. albümlerinin tanıtımı(19 eylülde çıkacak adı da değişmezse ''The Resistance'' olacakmış) için bizimle bir oyun oynamaya karar vermiş olacak ki ilk şarkılarını 6 parçaya ayırıp 6 farklı şehire saklamışlar (Paris, Berlin, Dubai, Tokyo, Hong Kong ve Moskova) bu şehirlerden birinde bu USB bellekleri bulup bulmacayı çözdüğünüzde 'United States of Eurasia' nın 36 saniyesini dinleyen ilk insan oluyorsunuz. Bir hayran için bulunmaz fırsat değil mi ama? Herneyse bunu öğrendiğim saatlerde Paris bulmacayı çözmüş ve dinlemişken, Berlinde bulmuştu. Ben bunları yazarken Berlin'de ki 36 saniyelik bölüm de internete aktarılmış. Diğer 4 şehir arayadursun bakalım bu kadar uğraştığımıza deyecek birşeyle karşılaşacağız?
ps. Dubai de ki Al Maktoum hastanesinin oluğu civarlarda ki 27. sokakta(gitsem bulurum valla.). Moskova'da ki ise tam meydanda Okhotnyy Ryad'da.Moskova da bulunup çözülmüş darısı Dubai'nin başına.

Amy'e gelince o da boşanmış yazık. Demek ki kocası Amy'e değil onun bülbül yuvasına aşıkmış. bilmeyenler için hatırlatayım meşhuuuuuuuur bülbül yuvası kışın ortada kaybolmuştu. Herneyse esas olay boşanmanın imtiyazlı olması ve 15 milyon $ cığı bulunan Amy'nin bunun 3 milyonunu eski kocasına vermek zorunda olması.(herşeyin bi bedeli var.Değil mi?)Fotoğrafta da çifti mutlu zamanlarındayken görmekteyiz.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Gelecek Kayıtlar

Goldfish'in yokluğundaki 1 ayda (15 Temmuz- 15 Ağustos arası) yazmayı planladığım konuları planlama adı altında size sunuyım dedim. Her gün listeden bir eleman eksilirken goldfish dönmeden tüm konularını bloke edip onu hüzünlendirmeyi planlıyorum.(kötüyüm evet).
İşte konular:

Müzik *Led Zeppelin
*Sonic Youth
*Björk
*The Dandy Warhols
*Arcade Fire
*Bat for Lashes
*The Horrors
*Red Light Company
*Santigold
*We Have Band
*Punk-Indie-Rock(pop) müzik icra eden insanlar, gruplar

Tasarımcı *Andy Warhol
Çizer *Kustaa Saksi
*Ragnar Persson
*Si Scott
*Robert Ryan Cory
*Umut Sarıkaya
*Hydro74
*Naoto Hattori
*Nick Knight
*Ron English
*Thunderdog
*Ozan Erdoğan
*Dolce & Gabbana(:D)

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Tatil!(Bana değil Goldfish'e tabii. Ben yeni geldim azcık kıçımı kırıp oturıyım, sizinle ilgileniyim.)


Şincik sevigili okurlar,(sevigili hoş. evet)
Pek bi sevgili Goldfish'imiz tatile çıkıyor(üzücü mü?hayır) ama sorun tatilin uzunluğunda ne bok yiycekse artık (Eda Taşpınar, Süreyya Yalçın bronzluğuna erişmeye çalışıcak sanırsam) 1 AY süreyle (evet tam 1 AY!)İzmir'de konaklayacakmış. Artık şezlong da kiralar, çadır dikip kamp da yapar. Bu esmer Japon balığımız 1 ay blogu bana ve diğer hayvanat arkadaşlarımıza bırakıyor. Bunun esas nedeniyse kendini uyuşturucunun pençesinden kurtarmaya çalışan bir bağımlı gibi mobil hayattan uzaklaşıp telefon ve internet kullanımını azaltmak istemesi(bağımlılık kötü sanırım goldfish'i de ben bağımlı yaptım yoksa önceden de var mıydı?). Gerekli materyallere sahip olursa belki dönünce yazar bize(yazsın işi ne?). İnternet kafelerden, ordan, burdan blogumuzu ziyaret etmesini, renklendirmesini umalım. Goldfish gidince de elime kalıyosunuz ENE!(şeytani smiley)
Resimi de çok hoş bulduğumu belirterek ekliyorum. Çok mutlu duruyo lan. Bana da mı haşema alsak? Böyle denizanasına dönerim ooo renkli renkli.

1 Ay Ara

Evet okuyucular (toplam ne kadarsınız? 3? 4?) yarın sabahın erken saatlerinde terkediyorum Ankara'yı. İzmir'e göçüyorum. İnternetten uzak olacağım dolayısıyla. Tek kaygım Hyena'nın tüm Bant sanatçılarını, ortak keşfettiğimiz insanları, ortak herbişeyimizi yazmasıdır. Ladyhawke ilk kaybım oldu zaten. Sana sesleniyorum burdan: "Bana da bırak Hyena!". Hoşçakalın. Ara sıra bakmayı unutmayın. İzmir'den birşey isteyen varsa yorum yazsın =)

Fiona Apple

1977 doğumlu Fiona'nın tam adı Fiona Apple McAfee Maggart. Güzel gözlü Fiona'nın keşfedilmesi dadılık yaparken demosunu bir arkadaşının vermesiyle gerçekleşti Sony'nin dikkatini çekmeyi başarınca devamı da geldi tabii.
İlk albümü "Tidal" çok başarılı olmuş ve 3 kez Platin Albüm ünvanına layık görülmüştür. Bu albümde harika şarkılar vrdır. "Shadowboxer" favorim olmakla beraber "Sleep to Dream"de süperdir.
Beatles'in muhteşem şarkısı "Across The Universe"e de muhteşem bir cover yapmıştır. Yanılmıyosam Pleasantville'de de çalmıştır. Pleasantville'de güzel filmdi. Onu da yazayım bir gün.

2. albümü "When The Pawn..."'da isminin uzunluğuyla Guiness Rekorlar Kitabı'na girmiştir. Ama gerçekten uzun bir ismi var. İzin verin kopyalayıp yapıştırayım. "When the Pawn Hits the Conflicts He Thinks like a King What He Knows Throws the Blows When He Goes to the Fight and He'll Win the Whole Thing Fore He Enters the Ring There's No Body to Batter When Your Mind Is Your Might So When You Go Solo. You Hold Your Own Hand and Remember That Depth Is the Greatest of Heights and If You Know Where You Stand. Then You'll Know Where to Land and If You Fall It Won't Matter, Cuz You Know That You're Right."

2005'te "Etraordinary Machine" çıktı ve "En İyi Pop Vokali Albümü" olarak Grammy Ödülü aldı.

Tim Burton'un ünlü animasyonu "The Nightmare Before Christmas" için "Sally's Song"u yeniden yorumladı. Yorumlamayı pek seviyor zaten kendisi. "Across The Universe"ü atlamayın derim.

Çok feminen sözleri var. Gerçekten sesini ve sözlerini çok seviyorum bu kızın. Gözlerine de bayılıyorum. Ekşi sözlükte okuduklarıma göre tecavüze uğramış. Bu feminen sözlere bir etkisi var mı bilmiyorum ama gerçekten hoş bir havası var şarkılarının. Mtv Müzik Ödülleri'nde yaptığı konuşma da baya bir tartışma konusu olmuştur. Güzel olduğunu eklemeye gerek yok sanırım ama eklemiş olduk bir kere.
Criminal'in sözlerine bakın.

Sophie Ellis-Bextor




Bugünün şanslı sanatçısı güzel ve yetenekli bir de ingiliz Sophie Ellis-Bextor. Nisan 79 doğumlu Sophie (Sophie en hoşuma giden isimlerden biri. Gereksiz ekleme) daha 6 yaşında "Blue Peter" adlı bir yarışmada yer almış, 13 yaşında ise "W11 Opera"da ilk performansını göstermiştir. Kendisi çocukluktan beri sahnede yani.
1997'de "theaudience" adlı bir grupta yer almış ve kendisine hayranlar edinmiştir. Ama grup 1999'da dağılınca solo kariyerine başlamıştır.
İlk başta o güzelliğini harcamamak için modelliği denemiş fakat pek zevk almamıştır.
2000'de "Groovejet" ile ortalığı yıkmıştır.
2001'de çok başarılı olan "Read My Lips"i çıkardı.

"Murder On The Dancefloor"u özellikle tavsiye ediyorum. Hatta dinlerken mümkünse odanızda ve yalnız olun çünkü dinlerken kendinize hakim olamıyor ve dans etmeye başlıyorsunuz. Depresif modumdan oynak halime geçiş sağlayan nadide şarkıdır.

2003'te "Shot From The Lips"'i çıkardı ama o kadar başarılı olmadı bu albüm.

2004'te çocuk doğurup akriyerine ara verdi, evinde oturdu çocuklarına baktı.

2007'de “Trip The Light Fantastic”i çıkardı vee en sevdiğim şarkıları dinlettirdi bizlere. “Today The Sun’s On Us” çok samimii yalın güzel bir şarkı. Birkaç ay önceki halimi anlattığından dolayı ayrıca özel bir yeri var. Belki klibini görmüşsünüdür "Catch You" vardır insanı hafiften geren. Ama güzeldir dinleyin.

Tarzı elektronik. "Elektronik sevmem, cık, böö" derken müzik zevkimi değiştirmiştir kendisi. O dans ettiren melodilerin arasındaki british aksanı da ayrı güzeldir. (blöu skaey bitirdi beni)

Çok güzel kendisi resimlerde de görüldüğü gibi...

Johan Björkegren




Eveet blogumuza girdiğiniz anda gördüğünüz o günışığından yoksun güzel kayaların yaratıcısıdır Johan Björkegren. Tam olarak hatırlayamıyorum hangisi ama Kuzey Avrupa ülkelerinden birinde doğmuş. Orada yaşamakta. Karamsar ve uzun uzun bakma isteği oluşturan, genellikle doğa figürlerinden oluşan gizemli resimleri var. Hyena ile bir iddia konusudur.

14 Temmuz 2009 Salı

Ladyhawke (Bize bi grup tanıt Hyena vol.2)



Şincik bu fotoğfta gördüğünüz hanım kızımızın esas ismi Philipa ''Pip'' Brown olmakla beraber kendileri Wellington, Yeni Zellandalılar. Kendileri, 1970lerin ünlü yol filmi Two Lane Blacktop'ın adı altında müzik yapan grubunun 2003 yılında dağılmasından sonra Sydney, Avustralya'ya taşınıyor hanımefendi. Burada da Empire of the Sun'ın Nick Littlemoore'uyla beraber Teenager adı altında müzik yapmaya devam ediyorlar hatta Teenager adlı debut bir albüm bile çıkarmışlar.

Wellington, Sydney derken (bu arada bi türlü dikiş tutturamıyo tabii) sevgili Pip kendi şarkılarını yazıp çalmaya(işte burda ''singer-songwriter''gillere dahil olma hakkı elde ediyor) başlıyor ama bunu aynı şehirde kalarak yapamayacak bi kişiliğe sahip olduğundan solo projesi için kendini bir adadan diğer adaya yani İngiltere'ye Londra'ya atıyor kendini. 1985 yapımı Richard Donner'ın pek bir ''Glam'' isimli ''Ladyhawke'' filmi kızımızın solo projesinin adı oluyor. Aslında şehir seçimi isim gibi son derece doğru çünkü Londra'da parıltılı synthesizerlarıyla süslediği gıcır sounduna son derece iyi tepkiler alarak Modular şirketiyle anlaşıyor.
Takvimlerimiz 2008'i gösterdiğinde ise Ladyhawke isim sıkıntısından olucak kendi adını koyduğu debut albümü ''Ladyhawke''ı yayınlıyor. Albüm günümüzün modası haline gelen 80'lerle sytnh'in buluşması sonucu hem hüzünlü hem de neşeli nostaljik rüzgarlar estiriyor, dinleyeni içine çekiyor. Albümün belki de en dikkat çekici parçası olan ''Paris is Burning'' i de Paris'e gittinde o atmosferden etkilenerek yazdığını hatırlatayım(bi ben etkilenmedim sanırsam Paris'den bir dahaki sefere belki.).

Şarkılara gelince;
Başlangıç için Rolling Stone ''Better Than Sunday'' dese de bence Ladyhawke'a giriş kodunuz ''Paris is Burning''dir.
Aramızdaki buzları eritmek içinse buyrun siz ''Dusk Till Dawn''ı alın, baktınız olmuyo bir de ''Back of the Van''a veya ''Love Don't Live Here''a başvurun.
Gecemi Ladyhawke'a adatan Goldfish gitsin(tamam kendim elinden aldım.) The Doors araştırsın misler yataraktan gibi biz bunu yazalım. Ladyhawke'dan soğudum be. Bang bang on the wall from dusk till dawn...

Amores Perros


Mexico City'de farklı üç hayatın çarpıştığı konkunç bir araba kazası... Ve bu tesadüf sonucu insan doğasının su yüzüne çıkan gizli zaafları... Tamam tamam dvd'nin arka kapağında yazanları buraya nakletmeyi kesiyorum :D. Octavio hayatına farklı bir yön vermek isteyen, bu iş için gerekli olan parayı ise köpeği Cofi'yi köpek dövüşlerinde acımasızca bir 'araç' olarak kullanan cani bi o kadar da romantik üstelik yakışıklı başrol oyuncusudur. Film Octavio'nun geçirdiği araba kazasının farklı yaşamlardaki yansımalarını konu alır. Filmin adının orjinal çevirisi 'Love's a bitch' olmasına rağmen ülkemizde ' Paramparça Aşklar ve Köpekler' diye çevrilip yayınlanmıştır. Sanırım bu çeviride filmdeki yıkık dökük aşklar ve bu aşklar uğruna yaptırılan köpek dövüşlerinin etkisi var. Alejandro González Iñárritu'nun bu filmi 2001 yılında toplam 30 ödül alarak yılın şampiyonu olmuştur.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Mevsimler






Yağmurun nemlendirdiği, diğer günler için teselli eden bu serin yaz gecesinde mevsimlerle ilgili yazacağım. Ne güzel ki 4 mevsimi yaşayabildiğimiz bi yerdeyiz. Ah bir de Ankara'da deniz olsa görün siz neler çıkıyor bu romantik bünyeden.!

  • Yaz mevsimi her zaman aramadığım bir arkadaşım gibi. Hafiflik duygusu, bilincini yitirecek kadar boş zamanın olması, istediğin gibi tiril tiril giyinebilme özgürlüğü, dondurma çeşitleri vs. Herşey çok güzel ama bir de yazın güneşi, sıcağı, sürekli öz bakım gerektirmesi (kızlar anladı bunu), zaman fazlalığı gibi kötü yönleri de var. Tatile gitmek en güzeli. Tüm sene kafayı yemeden dayanabilmemin sebebi sene sonunda tatilin olması, tüm bu dertlerin birkaç ay sonra biteceğini bilmek. Her ne kadar yazın boş zaman ve hafif giysilerden dolayı bir rahatlık ve boşluk hissi yaratsada; güneş ve sıcakla o rahatlığı nötrleyen bir ağırlığı var.

  • Sonbahar okulların açıldığı, senenin başladığı güzel mevsim. Genelde her şey yeni başladığından nasıl geçtiğini anlayamam. Yolda yürürken yaprakları ezip o hışırtıyla neşelenmek en güzel tarafı. Yazın yemyeşil, kışın bomboş olan o ağaçlık alanların sarının ve kahverenginin tonlarıyla doğal bir sepia görüntüsüne kavuşması mutluluk ve hayranlık uyandırıyor bende. Hayranlık tabii ki tanrının hayalgücüne ve yeteneğine.

  • İlkbahar. Aaahh ilkbahar. Hayvan olduğumuzu ilkbaharda anlıyorum. Neden? İnsan olan bütün o senenin yorgunluğuyla hayattan bıkar değil mi? Dönem ödevi tarihleri yaklaşmıştır, son sınavlar verilmek üzeredir, etekler tutuşmuştur vs. Ama biz hayvanız ki hormonlarımız, beyin kimyasallarımız güneşin etkisiyle coşuyor ve o muhteşem canlanma hissiyle bütün günler bayram oluyor. Hoşlandığım insanlar daha bir yakışıklı, arkadaşlarım daha bir sevgi dolu geliyor gözüme. Dünya canlanıyor. En güzeli de yolda yürürken o muhteşem pembe-beyaz çiçeklerle bezenmiş ağaçları izlemek. Evet bir romantik olup çıktım ama ağaçlarla beraber benim ruh halim tamamen değişiyor. İlkbaharda ise güneşin enerjisiyle yeniden doğuyorum.

  • Kış mevsimi favorim. Depresyon hırkasına sarınıp müzik, kitap ve derslerle yaşamak güzel. Kapalı havanın, kapalı ortamlarda bulunmanın ve durgunluğun oluşturduğu saklanma hissini seviyorum. O saklanma hissine muhtacım. Bir yaz günü oturmuş bu yazıyı yazarken bile inzivaya çekilme günlerini istiyorum. Sevdiğim, bütünleştiğim yeşil montuma sarınarak, kocaman botlarımla uzun uzun yürümeyi seviyorum. Üşümeyi seviyorum. Ne zaman soğuk bir rüzgar yanağıma dokunup gitse her şey çok daha güzel, çok daha gerçek geliyor. Çünkü o soğukluk zihnimi açık tutuyor.

Mat Daly




Araştırma gereği bile duymadım açıkcası bi sanatçının hikayesini bilmesek de onu sevebiliyoruz sonuçta...(Bi de böyle deneyelim)