19 Ağustos 2009 Çarşamba

Into The Twilight



Dost Kitabevi'nin duvarlarını süsleyen çerçevelerdeki Charlie Chaplin ve Pulp Fiction posterlerinin yanına birde Twilight afişinin asılması bu filmin popüler kültürümüzde tuttuğu yeri bana göstermiş ve bu yazıyı yazmaya zorunlu hissettirmiştir. Filmin konusunu bilmeyen kalmadı artık ama şöyle bi bahsetmekte yarar var. Buzdolabı gibi soğuk ve sevimsiz hareketler içerisindeki kızımız Bella, okulun en yakışıklı vampiri Edward'a aşık olur. Yazar Stephenie Meyer seri boyunca bu aşkın imkansız yönlerine rağmen nasıl da tıkır tıkır yürüdüğünü, bu yalnız ve mutsuz dünyanın yüzüne çarpar. Kitapları ve filmi dünya çapında bu kadar ilgi odağı yapan şey aslında oldukça basittir. Bilindik vampir dünyasını her kızın hayalindeki erkekle ya da diğer bir deyişle her insanın sahip olmak isteyeceği bir yaşamla tanımlamıştır. Edward'ın güneşe çıkınca parlaması günümüz gençlerine (mesela Hyena) yaratıcı beddualar konusunda yardımcı bile olmuştur. ( Güneşe çıkmış vampir gibi disko topuna dönesin! )

Film düşük bir bütçeyle çekilmesine rağmen gördüğü ilgi sanırım biraz da oyuncuların güzellik derecelerine bağlı. Bella'nın deyimiyle ' Yunan tanrıları kadar güzel Edward ve vampir alemi' olduğundan dolayı filmde herkes güzel. Yakışıklı ve güzel diye bir ayrım yok çünkü onlar zaten insan bile değiller. Oyunculuklar konusunda ise fazla yorum yapmak istemiyorum sürekli gözlerini kırpıştıran Bella ile tedirgin Edward'ı sanırım en güzel bir Ekşi Sözlük dahisi anlatabilir. İşte o da şöyle demiş:

' Zaten gastritim vardı üstüne ıspanaklı börek yedim bakışları atan Bella ile az önce bok yedim çok iğrençti yüz ifadesine sahip Edward'ın hikayesi.'

Ki düşündüğünüz ve yüzleri gözlerinizin önüne getirdiğinizde bu yazarın ne kadar da haklı olduğunu sanırım siz de anlarsınız.

Serinin en kötü kitabı 'Tutulma' idi. Bir isim bir kitaba bu kadar gider dedirtiyordu gerçekten. Olayların tutukluğu ve Edward'ın Jacob'ın ( kendileri filmin herkesçe beğenilen yakışıklı kurtadamı olur) Bella hakkındaki düşüncelerini olgunlakla karşılaması sizi çileden çıkartacaktır. Kitap boyunca bir vampir savaşından söz edilipdurulur ama savaş beklentileri karşılıyamayacak kadar kötü bir dille geçiştirilerek anlatılmıştır. Bu kitap sizi ( ben ve goldfishe olduğu gibi ) Şafak Vakti'ni okumaktan alıkoyabilir. Ancak buna karşıkoymalı ve o kitabi okumalısınız. En azından vampir dünyasının merak edilen yönlerinden söz ediyor :) .





Alacakarnlık'ın soundtracki bana göre oldukça başarılıdır. Zaten yazarımız kitapları Muse ve Linkin Park dinleyerek yazmıştır. Linkin dinlemesi çok önemli değil ama Muse'a kitabının başında teşekkür etmesi ( Tatarfish sağ olsun kitabı orjinal dilinde inceleme fırsatımız da oldu ) beni o kadar çok mutlu etti ki yüzüm kızardı elim ayağıma dolandı. Filmin beyzbol sahnesinde çalan 'Supermassive Black Hole' bana sinema salonunda tiz bir çığlık attırmış, sonda çalan Radiohead'den '15 Steps' ise bir holiganmışçasına beni bağırtmıştır. Beklentilerim ' Yeni Ay' ın da bizi bu oranda mutlu etmesi yönündedir.

Bu seri ortalıkta 'Ben ona Cedric'ken de aşıktım kızıaamm!' diyen ve kusursuz aşk arayışında, ölümsüzlük peşinde bir nesilin dolaşmasına neden olsa da severek takip ediyoruz.

Hiç yorum yok: