8 Aralık 2009 Salı

Lehine Çevirmek Bu Olsa Gerek..


9.11.1969
Celal Bayar'dan dinlenmiştir.

Büyük Taarruza yaklaşılmakta olduğu günlerde Meclis dalgalıydı. Mustafa Kemal Paşa'dan şüphe duyan bazı milletvekilleri bir taraftan elinde bulundurduğu geniş salahiyetleri kısıtlamaya çalışıyor, bir taraftan şeriatı bütün işlerde hakim kılmaya çalışıyordu.
Kabinede Şeriye Vekaleti vardı. Bazı sarıklı Konya ve Eskişehir mebusları birleşerek bütün kanunların Şeriye Komisyonu'ndan geçtikten sonra kanunlaşması için Meclise bir takrir vermişlerdi.
Meclis'in ilerici kanadı, o gece Çankaya'da toplandı. Hayli kalabalıktık. Fakat buna rağmen, böyle bir konuda Meclisin oy çoğunluğunu elimizde tutamıyorduk.
O gece Mustafa Kemal konuşmadı, daha çok bizi dinledi. Biz ne olursa olsun kanaatlerimizi Meclis'te savunmaya ve takririn aleyhinde konuşmaya kararlıydık. Atatürk de bizi hem haklı buluyor, hem fikirleriyle destekliyordu.
Sabaha karşı Çankaya'dan Ankara'ya inerken, Hamdullah Suphi ile Meclis'te birlikte çalışmaya karar verdik.
Meclis toplandı, takrir okundu. Eskişehir Mebusu ve Şeriye Vekili Abdullah Azmi Efendi, uzun bir konuşma yaptı. Devri saadetten, Hazreti Ömer adaletinden, şeriatın bütün ahkamı ihtiva ettiğinden bahsetti ve bütün kanunların mecliste müzakere edilmeden Şeriye Komisyonu'nda şeriat bakımından incelenmesini istedi.

Bizim gibi ilerici bir mebus bilinen Edirne Milletvekili Şeref Bey söz aldı. Biz kendisinden Abdullah Azmi Efendi'ye cevap vermesini beklerken Abdullah Azmi Efendi'yi aynı hararetle desteklemez mi!... Şaştık kaldık.

Hamdullah Suphi dayanamadı ve oturduğu yerden laf attı. Arkadaşı Şeref Bey kürsüden kendisine cevap verdi: "Kabahat bende mi?... Yanlış bellemişsin! Ben her şeyden önce Müslüman'ım. "

Hele bu son sözler, Meclis'i iyice coşturdu. Son ümidimiz Mustafa Kemal Paşa idi. Söz aldı ve konuşmaya başladı.

Fakat şaşılacak şey!

Şeref Bey nasıl bizim için bir sürpriz olmuşsa, Mustafa Kemal Paşa daha da büyük bir sürpriz oldu. Çünkü takriri destekliyor, İslamiyet'in kudsiyetinden, devr-i saadet günlerini tekrar yaşayacağımızdan bahsediyordu. Biz İlericiler, perişan olmuştuk. Son güvendiğimiz insan Meclis'te son ve en büyük kozumuz olan Mustafa Kemal Paşa, kuvvet karşısında bizi terk ediyor ve gericilere yanaşıyordu.

Atatürk takririn kabul olunmasını tavsiye ettikten sonra, bu maksatla bir komisyon kurulmasını ve en yetkili ulemanın kuracağı bu komisyonun hemen çalışmaya başlayarak uygulamayı hazırlamasını istedi.

Oylar toplandı, takrir kabul ve komisyon teşkil olundu. Takririn en hızlı taraftarları, komisyon üyesi seçilmiştik. Atatürk'ün teklifi ile Komisyon üç kişi seçildi.

İlerici grup perişan olmuş, bütün ümitlerini kaybetme noktasına gelmişti. Artık biz de Çankaya'ya gitmiyor, Atatürk'le karşılaşmak istemiyorduk. Çünkü bizi sattığına hükmediyorduk.

Atatürk, taktisyen gücünü bundan sonra gösterdi. Komisyonun çalışması için, üç kişinin bir araya gelmesi gerekliydi. Konya'daki kolorduya bir şifre göndererek kendisine, Ordu'da dini akidelerin gevşemekte olduğuna dair bir telgraf çekilmesini istedi. Telgraf gelir gelmez, Komisyon başkanını davet etti ve alınan kararın ne kadar isabetli olduğunu , Yeşil Ordu çalışmaları ile dini duyguların sarsılmış olduğunu ve Ordu'da ciddi çalışmalar gerektiğini anlatarak Komisyon Başkanı'ndan hemenKonya'ya hareket etmesini ve Ordu'yu irşat buyurmasını rica etti.

Hoca büyük bbir memnuniyet içinde, cübbesini savurarak Konya'nın yolunu tuttu. Tabii komisyon çalışamıyordu. Konya'ya gönderdiği kominsyon üyesinin dönmesine yakın, Batı Cephesi kumandanı İsmet Paşa'ya bir şifre göndererek bir telgraf çekmesini istedi. O telgraf da gelince komisyonun ikinci ikinci üyesini Batı Cephesi'ne gönderdi. Böylece oyalayarak zaman kazanıyor ve büyük taarruzu hazırlıyordu. Nitekim Büyük Taarruz'dan sonra komisyon üyeleri Meclis'te toplanmıştı ama, artık teşebbüsü Mustafa Kemal Paşa eline geçirmiş bulunuyordu.



Hiç yorum yok: